‘’Hayatım, bu
sadece bir film. Çok da ciddiye almana gerek yok.’’
Sinemayla içli dışlı biri olarak yazacağım
ilk konuyu çok sevdiğim yönetmenlerden biri olan David Lynch üzerine yapmak
istedim. Simgesel ve karmaşık anlatımıyla izleyicinin aklını karıştırmayı seven
ve Amerikan sinemasının en kışkırtıcı yönetmeni olarak tanımlayabileceğim David
Lynch’in filmleri kadar yaşamı da ilginç ayrıntılar içerir. 20 Ocak 1946
tarihinde ABD’de doğan Lynch, Pennsylvania
Güzel Sanatlar Akademisi ve American Film Institute’de eğitim aldı. 1977’de çektiği siyah-beyaz filmi
‘’Eraserhead’’ ile tanındı. Filmlerinde gerçekçiliğe farklı bir boyut katan
Lynch, bu yolda insan adlı varlığın doğasını araştırırken izleyiciyi kendi
bilinçaltının sanatsal yansımasıyla tanıştırıyor Yönetmen, sinemanın yanı sıra
mobilya tasarımı, resim, gibi sanat dallarının hepsinde başarılıdır. Bunların
yanında çizgi romanlar yazan ve Blue Bob adlı heavy metal grubunda gitar çalan
Lynch çok yönlü bir sanatçıdır. ‘’Sinemanın asıl büyüsü, gücü; içgüdülerle
hissetmekte, insanların tuhaf ve unutamayacakları bir hisle filmden
ayrılmalarını sağlamakta yatıyor…’’ Diyen yönetmenin bilinçaltına itilmiş
korkuları su yüzüne çıkardığı ve çoğu izleyici tarafından ‘fazlasıyla tuhaf’
bulunan kabus havasındaki filmleri sürrealistik kült filmler mertebesine
yükselmiştir. Filmlerinde kendinin de büyümüş olduğu küçük kasabaları ve
Amerikalıların garip yönlerini işlemekten hoşlanan Lynch, rahatsız edici
karakterleri, karanlık yerleri, iyi ve kötü olarak ayrışmış dünyayı filmlerine
yansıtmayı seviyor. Ayrıca ‘İkiz Tepeler’de Chris Isaac ve David Bowie,
‘Dune’da Sting ve ‘Kayıp Otoban’da da Marilyn Manson’a rol vermesi onun sevdiği
şarkıcılarla birlikte çalışmaktan hoşlandığını gösteriyor. David Lynch’in ve
filmlerinin şöyle bir özelliği vardır; orta
düzey bir karar veremezsiniz, ya nefret edersiniz ya da çok seversiniz. Lynch
bir psikoloğa gitmeyi düşündüğünü, fakat psikoloğa ‘’Bu yaratıcılığımı engeller
mi?’’ diye sorduğunda ‘’Evet olabilir.’’ Cevabını almasıyla vazgeçtiğini
söyler. Bu, sinemasının kendi sapkınlığının, hayal gücünün, belki de
kabuslarının dışavurumu olduğunun kanıtıdır. David Lynch filmleri kurgudan çok,
görüntü ve sesten oluşan rüyasal yapıtlara benzer. Kurgular çözülmek için değil,
aksine filmde kendinizi kaybetmeniz için vardır. İnternetteki eleştirilerde
Lynch filmlerindeki karakter ve olayların çoğu zaman birbirinden farklı birçok
yorumlama, benzetme şeklinde yapıldığını görebilirsiniz. Başarılı filmlerden
hiçbirinin asıl amacı insanı eğlendirmek olamaz, filmler sadece boş zamanlarda
izlenip eğlenilen şeyler değillerdir. Benim gibi, hiçbir mesaj veremeyen,
kültürel ve sanatsal açıdan hiçbir değeri olmayan filmleri izlemenin zaman
kaybı olduğunu düşünen herkese David Lynch filmlerini tavsiye ederim. Filmleri
anlamamanız bir sorun değildir, zira kendisi yıllardır ‘’Benim filmlerimi
anlamaya çalışmayın.’’ Der. David Lynch filmlerini tam anlamıyla anlamaya
çalışmak içinde elma olmayan bir labirentte elma aramaya benzer. Eğer Lynch’i
bir yönetmenle karşılaştırmam gerekse bu Lars Von Trier olurdu. Bazıları
alakaları olmadığını söylese de, kişilik bakımından benzer olduklarını
düşünüyorum.
İzlerken ‘’Zaten ne anlattığını falan geçtim
ne zaman görsem çakılıp kalıyorum ben o filmin karşısında, tekrar tekrar görmek
istiyorum o sahneleri.’’ Diyebileceğiniz filmlerle karşınıza çıkan Lynch için
gezindiğim internet sitelerinden birinde ‘’Cebi taşlarla dolu bir deli’’
sıfatının kullanıldığını görmüştüm ve bu gerçekten çok hoşuma gitti. Birkaç
filmini izleyip yönetmenin ruh hali hakkında düşünürseniz bu sıfatın komik bir
şekilde Lynch için inanılmaz uygun kaçtığını görebilirsiniz. Yazıma çok
sevdiğim sözlerden biriyle son vermeyi düşünüyorum; ‘’Zihniniz birçok harika ve
güzel şeyi dizginleyebilir. Mantık ve sebep aramaksızın her zaman başka bir
şey, görünmeyen bir şey mevcuttur. Dünya sonlu olmaktan çok, sonsuz bir
yerdir.’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder