27 Kasım 2014 Perşembe

Desiderius ERASMUS

İsterseniz, insanlar arasında dağıttığım bu iyilikle, tanrıların yaptığı değişimleri karşılaştırın. Burada, öfkeliyken yaptıkları değişimlerden bahsetmeyelim. Teveccühlerinin en büyük belirtileri sayılanları inceleyelim. Ölüm döşeğindeki dostlarına tanrılar ne yapar? Onları ağaca, kuşa, ağustos böceğine, hatta yılana dönüştürürler. Ancak böyle, doğa değiştirmek ölmek değil midir? Bana gelince, ben insanı, incitmeden hayatının en mutlu, en tatlı anlarını geri getiriyorum. Ah! İnsanlar, bilgelikten tamamen vazgeçerek bütün yaşamlarını benimle geçirseler. Böylece kederli bir ihtiyarlıktan habersiz olurlardı ve sürekli bir gençliğin büyüsü, üzerlerine sevinç ve mutluluk saçardı!
Felsefe veya başka bir güç, oldukça ciddi bir şeyi incelemeye koyulan şu güçsüz, dertli, neşesiz kimselere bakınız. Birbirinden ayrı birçok düşüncelerle çalkalanan ruhları bünyelerini etkiler. Bedenlerindeki ruh uçar; nemli kökleri kurur ve genellikle, genç olmadan ihtiyarlar. Benim delilerim, tam aksine, her zaman semiz ve tombuldurlar, yüzlerinde sağlığın, parlak aydınlığını taşırlar. Neredeyse her biri bir Arkanya domuz yavrusu gibi. Şüphe de yok ki, bilgelik biraz kendilerine bulaşmamış olsaydı, ihtiyarlığa özgü sakatlıkların hiçbirini hissetmeyeceklerdi. Fakat insan, dünyada tamamen mutluluk için yaratılmamıştır.

David Lynch

                    ‘’Hayatım, bu sadece bir film. Çok da ciddiye almana gerek yok.’’

   Sinemayla içli dışlı biri olarak yazacağım ilk konuyu çok sevdiğim yönetmenlerden biri olan David Lynch üzerine yapmak istedim. Simgesel ve karmaşık anlatımıyla izleyicinin aklını karıştırmayı seven ve Amerikan sinemasının en kışkırtıcı yönetmeni olarak tanımlayabileceğim David Lynch’in filmleri kadar yaşamı da ilginç ayrıntılar içerir. 20 Ocak 1946 tarihinde ABD’de doğan Lynch, Pennsylvania Güzel Sanatlar Akademisi ve American Film Institute’de eğitim aldı.  1977’de çektiği siyah-beyaz filmi ‘’Eraserhead’’ ile tanındı. Filmlerinde gerçekçiliğe farklı bir boyut katan Lynch, bu yolda insan adlı varlığın doğasını araştırırken izleyiciyi kendi bilinçaltının sanatsal yansımasıyla tanıştırıyor Yönetmen, sinemanın yanı sıra mobilya tasarımı, resim, gibi sanat dallarının hepsinde başarılıdır. Bunların yanında çizgi romanlar yazan ve Blue Bob adlı heavy metal grubunda gitar çalan Lynch çok yönlü bir sanatçıdır. ‘’Sinemanın asıl büyüsü, gücü; içgüdülerle hissetmekte, insanların tuhaf ve unutamayacakları bir hisle filmden ayrılmalarını sağlamakta yatıyor…’’ Diyen yönetmenin bilinçaltına itilmiş korkuları su yüzüne çıkardığı ve çoğu izleyici tarafından ‘fazlasıyla tuhaf’ bulunan kabus havasındaki filmleri sürrealistik kült filmler mertebesine yükselmiştir. Filmlerinde kendinin de büyümüş olduğu küçük kasabaları ve Amerikalıların garip yönlerini işlemekten hoşlanan Lynch, rahatsız edici karakterleri, karanlık yerleri, iyi ve kötü olarak ayrışmış dünyayı filmlerine yansıtmayı seviyor. Ayrıca ‘İkiz Tepeler’de Chris Isaac ve David Bowie, ‘Dune’da Sting ve ‘Kayıp Otoban’da da Marilyn Manson’a rol vermesi onun sevdiği şarkıcılarla birlikte çalışmaktan hoşlandığını gösteriyor. David Lynch’in ve filmlerinin şöyle bir özelliği  vardır; orta düzey bir karar veremezsiniz, ya nefret edersiniz ya da çok seversiniz. Lynch bir psikoloğa gitmeyi düşündüğünü, fakat psikoloğa ‘’Bu yaratıcılığımı engeller mi?’’ diye sorduğunda ‘’Evet olabilir.’’ Cevabını almasıyla vazgeçtiğini söyler. Bu, sinemasının kendi sapkınlığının, hayal gücünün, belki de kabuslarının dışavurumu olduğunun kanıtıdır. David Lynch filmleri kurgudan çok, görüntü ve sesten oluşan rüyasal yapıtlara benzer. Kurgular çözülmek için değil, aksine filmde kendinizi kaybetmeniz için vardır. İnternetteki eleştirilerde Lynch filmlerindeki karakter ve olayların çoğu zaman birbirinden farklı birçok yorumlama, benzetme şeklinde yapıldığını görebilirsiniz. Başarılı filmlerden hiçbirinin asıl amacı insanı eğlendirmek olamaz, filmler sadece boş zamanlarda izlenip eğlenilen şeyler değillerdir. Benim gibi, hiçbir mesaj veremeyen, kültürel ve sanatsal açıdan hiçbir değeri olmayan filmleri izlemenin zaman kaybı olduğunu düşünen herkese David Lynch filmlerini tavsiye ederim. Filmleri anlamamanız bir sorun değildir, zira kendisi yıllardır ‘’Benim filmlerimi anlamaya çalışmayın.’’ Der. David Lynch filmlerini tam anlamıyla anlamaya çalışmak içinde elma olmayan bir labirentte elma aramaya benzer. Eğer Lynch’i bir yönetmenle karşılaştırmam gerekse bu Lars Von Trier olurdu. Bazıları alakaları olmadığını söylese de, kişilik bakımından benzer olduklarını düşünüyorum.

   İzlerken ‘’Zaten ne anlattığını falan geçtim ne zaman görsem çakılıp kalıyorum ben o filmin karşısında, tekrar tekrar görmek istiyorum o sahneleri.’’ Diyebileceğiniz filmlerle karşınıza çıkan Lynch için gezindiğim internet sitelerinden birinde ‘’Cebi taşlarla dolu bir deli’’ sıfatının kullanıldığını görmüştüm ve bu gerçekten çok hoşuma gitti. Birkaç filmini izleyip yönetmenin ruh hali hakkında düşünürseniz bu sıfatın komik bir şekilde Lynch için inanılmaz uygun kaçtığını görebilirsiniz. Yazıma çok sevdiğim sözlerden biriyle son vermeyi düşünüyorum; ‘’Zihniniz birçok harika ve güzel şeyi dizginleyebilir. Mantık ve sebep aramaksızın her zaman başka bir şey, görünmeyen bir şey mevcuttur. Dünya sonlu olmaktan çok, sonsuz bir yerdir.’’