30 Mart 2014 Pazar

Alex



"Bu, güzel bir konuşma. Ama kötülüğün sebebini bulmaya çalışarak tırnaklarını kemirmeleri, kahkahadan kırılmama yol açıyor kardeşlerim. İyiliğin sebebini aradıkları yok, öyleyse niye tersini merak ediyorlar ki? Madem kimileri iyi insan olmayı seçiyor, madem bundan haz alıyorlar, onlara hayatta karışmam, kimse de bana karışmasın. Ama bana karışıyorlardı. Üstelik kötülük bireye özgüdür, sizlere, bana ve tek tabancalığımıza özgüdür ve bizleri yaratan bizim Tanrı'dır, hem de gururla ve keyifle yaratmıştır. Ama birey olmayan şeyler kötülüğe katlanamazlar, yani devlet ve yargıçlar ve okullar kötülüğe izin veremezler çünkü bireylere izin veremezler. Hem modern tarihimiz, bu büyük makinelerle savaşan cesur, küçük bireylerin öyküsü değil midir kardeşlerim? Bu konuda ciddiyim kardeşlerim. Ama yaptıklarımı sevdiğim için yapıyorum."


Daima sevgiler...

   ''Ben de yukarı baktım ve camdan oluşan bir kar topu gibi dev bir kubbenin altındaydık ve Mark müthiş beyaz yıldızların yalnızca kubbenin siyah camındaki birer delik olduklarını ve cennete gittiğinde camın kırılıp gideceğini, yıldız bir kağıttan başka bir şey kalmayacağını, bunun her şeyden daha parlak olacağını, ama gözlerini acıtmayacağını söyledi. Muazzam, açık ve güçsüzce sessizdi ve kendimi çok küçük hissettim.
   Bazen dışarı bakıyorum ve birçok insanın karı gördüğünü düşünüyorum, tıpkı başka birçok insanın daha önce benim okuduğum kitapları okuduğunu düşündüğüm gibi. Ve o şarkıları dinlediğini. Bu gece nasıl hissettiklerini düşünüyorum.
   Sanırım tüm demek istediğim tüm bunların çok tanıdık geldiği. Ama tanıdık gelmeleri benim olmalarından kaynaklanmıyor. Bildiğim, bir başka çocuğun da böyle hissetmiş olduğu. Dışarısı bu kadar huzurluyken ve sen istemediğin halde her şeyin hareket ettiğini görüyorken ve herkes uykudayken. Ve tüm okuduğun kitaplar başka insanlar tarafından okunmuşken. Ve tüm sevdiğin şarkılar başka insanlar tarafından dinlenmişken. Ve tüm bunları mutluyken düşündüğünde, harika hissedeceğini biliyorum, çünkü bu 'bütünlüğün' tanımı. ''

You Blister My Paint

''Ey kardeşlerim, insan bizim sütten içti mi öylece yatıverip etrafındaki her şeyin bir şekilde geçmişte olduğunu düşünmeye başlıyordu. Her şeyi dikizleyebiliyordunuz yine, hepsini, gayet net. Ama sanki bunlar eskiden varmış da artık yokmuş gibi geliyordu. Ayrıca çizmeniz ya da ayakkabınız ya da tırnağınız sizi bir şekilde hipnotize ediyordu ve aynı zamanda ensenizden bir şekilde tutulup kediymişsiniz gibi sarsılıyordunuz. Durmadan sarsılıyordunuz, hiçbir şey kalmayana dek. İsminizi, vücudunuzu ve kendinizi kaybediyordunuz ve hiç umurunuzda olmuyordu, sonra da çizmeniz ya da tırnağınız ya da her ne ise, paçanızdaki bir pislik parçası kocaman kocaman kocaman bir mekana dönüşüyordu, tüm dünyadan daha büyük bir mekana ve tam bizim Tanrı'yla tanıştırılacakken birden hepsi bitiveriyordu. Buraya ve şimdiye geri dönüyordunuz bir şekilde sızlanarak, çeneniz ühü ühü ühü demek için açılıyordu azimle. Şimdi, bu çok güzel, ama çok korkakça. Bu dünyaya sırf Tanrı'yla bağlantı kurmaya getirilmediniz. Böyle şeyler insanın tüm gücünü ve iyiliğini tüketebilir.

Anthony Burgess ve clockwork orange

Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna sistematik bir baskı uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum...
...
Cockney dilinde (ingiliz argosu) bir deyiş vardır. ''Uqueer as as clockwork orange''. Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya'da ''canlı'' anlamına gelen ''orang'' sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikayeye çok iyi oturduğunu düşündüm... 

                                                                                                                  Anthony Burgess

Karabasan gibi bir gecelek atmosferi... Geceleyin sokaklara dehşet saçan, yaşamları şiddet üzerine kurulu gençler... Sosyal kehanet? Kara mizah? Özgür iradenin irdelenişi?.. Otomatik Portakal bunların hepsidir. Aynı zamanda hayranlık verici bir dilsel deneydir, çünkü Bugess anti-kahramanı için yeni bir dil yaratır: Yakın geleceğin argosu ''nadsat''ı.